Formalar, şortlar, tozluklar şimdiki gibi havalı değildi.
Şortlar kısacıktı, içinde ise suspansuvar vardı.
Düşmesi don lastiği ile önlenen tozluklar vardı, formalar ise dokumaydı.
Dinyakos desem…
Gençler bilmez ki; o zaman ben söyleyeyim.
Futbolcuların giydiği kösele kramponlu ayakkabıların Rum imalatçısıydı.
Ya sahalar?
Yarısı toprak, yarısı çim yani, içler acısı…
***
O dönemlerde ne kuvvet, ne sürat testleri vardı, ne de laktak tablosu,
Hoca ne dedi, oydu doğrusu
Vur topu öteye, peşinden koş; ofansif taktik,
Kaptırdın beri gel; bunun adı da defansif taktik.
Yani
Taktikmiş maktikmiş hak getire!
Ya moral kondisyon; o yok mu?
Var!
Allah’ın verdiği yeteneklere biraz sevgi biraz da şefkat ekleyiverdin mi, futbolcunun sırtını ‘hadi oğlum, hadi koçum!’ deyip sıvazlayıverdin mi moral da tamamdı.
***
Tribünlerde ne var?
Bir baba hindi; hey Allah…
Başka?
‘Kırmızı şimşekler!’ diye başlayan tezahüratlar vardı.
Amigo Tevfik abimiz istemese de, hakemin kararının taraftara yanlış geldiği anlarda, taraftarın; hakemin gözüne gözlük, saçına tarak istediği günlerdi o günler.
Hey gidi günler heyyyy!